Dr. Gökhan Övenç
1980’lerle birlikte dünya mal ve hizmet piyasalarına eklemlenmeye başlayan Türkiye ekonomisi, 1990’lara gelindiğinde finansal hareketler açısından da artık küresel sistemle entegre olmuş bir yapıya büründü. 1990’lı yıllar, Türkiye ekonomisinin tamamen dışa açık bir ekonomik sistem oluşturma süreci şeklinde özetlenebilir. Hem regülasyonlar hem de piyasa aktörleri açısından olgun ve derin olmayan bir finansal sisteme sahip olan Türkiye ekonomisinin 2001 krizini yaşaması bir açıdan kaçınılmazdı. Zira 1990 ile 2000li yıllar arasında sermaye piyasalarının sahip olduğu aşırı serbest dü- zenlemeler Türkiye gibi yabancı sermaye akımlarıyla yeni yeni tanışmaya başlamış ülkeler açısından ciddi tahribatlar oluşturabilirdi. 2001 krizi sonrası sermaye piyasalarında ve bankacılık sektöründe ciddi yapısal reformlar ve düzenlemeler hayata geçirilerek Türkiye’nin içsel ve dışsal şoklara karşı daha güçlü ve dirençli bir finansal mimariye sahip hale geldiğini belirtmek mümkündür. Bu çalışmada 2001 krizi sonrası Türkiye ekonomisinin dış borç serencamı, başka bir ifadeyle yurt içi yerleşik birimlerin (özel sektör, kamu) yurt dışı yerleşik birimlerden kısa ve uzun vadeli aldıkları borçlar çeşitli makroekonomik göstergeler ve ülke mukayeseleri çerçevesinde incelenmeye çalışılacaktır. Çalışma kapsamında Türkiye için başvurulan temel veri kaynağı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) ile Hazine ve Maliye Bakanlığı istatistikleri olacaktır. Diğer ülkeler içinse Dünya Bankası veri setinden istifade edilecektir.
Özellikle 1990’ların yarısından itibaren gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin dış borç durumu akademik çalışmalarda ve politika yapım süreçlerinde büyük ilgi uyandırdı. Gelişmekte olan ülkelerin çoğu, imtiyazlı faiz oranlarıyla büyük miktarlarda dış borçlanma yoluna giderek ülkelerini kalkındıracaklarını düşündüler. Ancak bu ülkeler için dış borçlarını ve bunların faizlerini ödemek kolay olmadı ve dış borçlar uzun vadede bu ülkelerin ekonomik performanslarını olumsuz etkiledi (IMF, 2002). Hatta öyle ki, yüksek borçlu az gelişmiş ülkeler için uluslararası kurumlar yeni bir tanımlama ve kategori oluşturdu: HIPC (Ağır Borçlu Yoksul Ülkeler).
Dünyadaki gelişmelere paralel olarak Türkiye de belirli uluslararası kurumlardan, banka ve fon gruplarından kısa ve uzun vadeli borçlanma yoluna girdi. Dış borçlanmalar maalesef arzu edilen sonuçları doğurmadı. Dış borç kaynaklı büyüme modelinin başarılı olmasının birtakım temel iktisadi gerçekleri bulunmaktadır. Dış borçlar, sermaye eksikliğinedeniyle yeteri kadar büyüyemeyen ve yüksek döviz getirisi sağlama potansiyeli olan verimli sektörlerde kullanıldığı taktirde arzu edilen ekonomik büyüme sağlanabilir. Bu gerçeğe karşın Türkiye kullandığı dış borçları daha çok tüketim ve ham madde ithalatı ile inşaat/altyapı yatırımlarının finansmanında kullanmıştır (Kara, 2002).
2001 sonrası süreçte Türkiye’nin dış borç kullanımı, bazı istisnai yıllar hariç olmak kaydıyla, her yıl bir önceki yıla göre döviz bazında artmıştır. Bu durum tek başına herhangi bir risk oluşturmamaktadır. Buna karşın, dış borcun son zamanlarda Türkiye gündeminde tartışılmasının sebebi hiç şüphesiz TL’de yaşanan değer kayıplarıdır. Yerel para biriminde yaşanan değer kaybıyla birlikte diğer bazı ekonomik göstergelerin olumsuz sinyal vermesi halinde dış borç ülkeler için olumsuz bir duruma dönüşebilir. Bu çalışmada, birtakım dış borç grafik ve tabloları eşliğinde bu sorulara cevap verilmeye çalışılacaktır.
Literatür
Yabancı veya dış borç, kamu ve özel sektör olarak bir ülkenin başka bir ülkedeki kuruluşlardan aldığı ödünç parayı ifade etmektedir. Dış borç seviyesinin ülkeler açısından ne zaman sıkıntı oluşturacağıyla ilgili net bir cevap bulunmamakla beraber borcun GSYH’ye oranının önemli bir değerlendirme göstergesi olacağı genel kabul görmektedir. Bankacılık ve finans sektörü gelişmiş ve derinleşmiş ülkelerde ise durum biraz farklılaşabilmektedir. Bu tarz ülkeler yüksek dış borç veya yükümlülükler kadar finans merkezi olmalarından ötürü aynı miktarda varlığa da sahip olabilmektedir. Bu ülkelere örnek olarak ingiltere veya Hong Kong verilebilir.
Dış borçla ilgili diğer bir değerlendirme ise ülkelerin ihracat gelirlerinden dış borç faiz ödemelerini karşılayıp karşılayamadıklarıdır. Bu görüşe göre, ülkelerin ihracat gelirleri dış borç kaynaklı faiz ödemelerini karşılayabiliyorsa ülke açısından herhangi bir sorun yoktur. Buna ilaveten, borç alan ülkenin para biriminde yaşanacak beklenmedik değer kayıpları neticesinde ülkenin ödeyeceği döviz cinsinden borcun artması da diğer önemli bir risk faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır.
Küreselleşme süreciyle birlikte özellikle gelişmekte olan ülkelerin artan bir trend şeklinde borçlanmaya devam etmesinin küresel çapta büyük finansal ve mali krizlere yol açabileceğini konu eden çalışmalar da bulunmaktadır. Ülkeler dış borca başvurdukça eş zamanlı olarak dış tehditlere veya benzer ülke gruplarında yaşanan sorunların etkisine daha fazla maruz kalmaktadır. Eş zamanlı olarak bu ülkelere fon sağlayan uluslararası finans kuruluşları ve büyük fon şirketleri ülkeler üzerinde çok daha etkili olabilmektedir. üreselleşme, bir yönüyle ülkeler açısından inkâr edilemez yararlar sağlasa da, diğer yönüyle gelişmekte olan ülkelerin küresel finansal sisteme daha fazla bağımlı hale getirmektedir (oswaldo, 2001). Nitekim yüksek dış borca sahip gelişmekte olan ekonomilerde ortalama 10 ila 15 yılda bir döviz ve finansal sistem kaynaklı derin spekülatif işlemlerin yapıldığı net bir şekilde görülmekte, bu işlemler sırasında yerli ve milli olarak adlandırılan varlıkların bir kısmı doğrudan veya dolaylı olarak uluslararası şirketlerin eline geçmektedir.
Dış borçla ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi analiz eden yoğun bir literatür de bulunmaktadır. Bu çalışmaların çoğunda ülkelerin dış borçla elde ettikleri finansmanı sanayileşme, nitelikli beşeri sermaye, ihracat ve verimlilik artışı sağlayacak altyapı alanları yerine mevcut borçların yapılandırılması, kredi genişlemesiyle tüketimin arttırılması, üstyapı inşası, teşvikler vs. gibi görece verimsiz alanlarda kullandıkları belirtilmektedir. Bu durum özellikle az gelişmiş ülkelerin genel karakteristiği şeklini almıştır. Chowdhury (1994)’e göre kamu ve özel kesim dış borçlanmasının ekonomik büyümeyle düşük ve ters yönlü ilişkisi bulunmaktadır. Asya ve Pasifik bölgesindeki borçlu ülkeleri konu alan çalışmasında borç ile ekonomik durgunluk arasındaki sebep/sonuç ilişkisini açıklamak isteyen Chowdhury (1994), sebep sonuç ilişkisinin çok zayıf ve ters yönlü olduğunu tespit etmiştir. Were (2001) ise, Afrika ülkelerini konu alan çalışmasında, dış borç birikiminin uzun vadede iktisadi büyümeyi ve özel yatırımları negatif etkilediğini ortaya koymaktadır. Bu ve benzeri birçok çalışmada ülke içeriğine, veri aralığına, uzun ve kısa vadeli yaklaşıma göre dış borçla büyüme arasında oldukça farklı ilişkiler tespit edilebilmektedir. Örneğin, 1970 ile 2010 arası dönemi yıllık olarak incelendiği çalışmada Sulaiman ve Azeez (2012), dış borcun Nijerya ekonomisini pozitif etkilediğini bulmuşlardır.
Dış borçla ilgili Türkiye özelinde de oldukça fazla çalışma yer almaktadır. Korkmaz, (2015) çalışmasında Türkiye ekonomisini dış borç ve büyüme ilişkisi üzerinden analiz etmektedir. Sermaye yetersizliği ve tasarruf oranlarının azlığından hareket ederek artan dış borç stoğuna değinen Korkmaz (2015), VAR analizi kullanarak 2003 ile 2014 yılları arasında çeyreklik dönemde dış borcun ekonomik büyümeyi pozitif etkilediğini tespit etmiştir.
Yine Türkiye ekonomisindeki dış borç etkisini inceleyen bir çalışmada, Edirnegil ve Mucuk (2015), dış borç ile iktisadi büyüme arasında uzun vadede herhangi bir ilişki tespit edememişlerdir.
Kavramsal Çerçeve
Türkiye ekonomisinin dış borcunu analiz etmeden önce temel birtakım kavramları kısaca tanımlamak faydalı olacaktır.
Dış borç stoğu: Türkiye’deki yerleşik kişi ya da kurumların (özel veya kamu) yurt dışındaki kişi, kurum ya da kuruluşlara faiziyle birlikte ödemesi gereken toplam borç veya bakiyedir.
Kısa Vade: 1 yıl içerisinde ödenmesi gereken borçlar.
Uzun Vade: 1 yıldan fazla süre içerisinde ödenmesi gereken borçlar.
Kredi: Sözleşme çerçevesinde yurtdışındaki herhangi bir kreditörden (banka, fon şirketleri vs.) alınan faizli borçtur.
Ticari Kredi: Yurt içinde faaliyet gösteren ithalatçının yurt dışında faaliyet gösteren ihracatçıdan mal alım ve satımı yoluyla elde ettiği vadeli kredidir. Banka kredileri ticari kredi kapsamına girmemektedir çünkü herhangi bir mal satışı yoktur.
Özel Sektör: Kamu bankaları, kamu iktisadi şirketleri vs. hariç tüm sektörleri, şirketleri ve gerçek kişileri kapsamaktadır.
Portföy Yatırımları: Hisse senetleri ile tahvil ve bono gibi borç kağıtlarına yapılan yatırımlar bu kapsama girmektedirler.
Varlık: Yurt içi yerleşik birimlerin yurt dışında yaptıkları tüm yatırım enstrümanlarını içermektedir.
Yükümlülük: Yurt dışında yerleşik kurum veya kişilerin Türkiye’de yaptıkları tüm yatırımları kapsamaktadır.
Finansal Olmayan: Bankalar ve finankuruluşları (sigorta, faktoring vs.) haricindeki tüm sektör, şirket ve kişileri içermektedir.
Türkiye’nin Dış Borç Görünümü
Bu bölümde Türkiye ekonomisinin dış borç görünümü çeşitli kategoriler ve tanımlamalar altında incelenecektir. Mevcut dönemki borç stoğu seviyesi kadar borç stoğunun zaman içerisinde nasıl ilerlediği, kısa vadeli borçların yapısı, toplam borçların GSYH’ya oranı vs. gibi konular gelecek projeksiyonları ve olası riskleri anlamak adına daha kritik öneme sahiptir.
Türkiye 2018 Temmuz sonu itibariyle özel sektör ve kamu toplam 120,5 milyar ABD Doları kısa vadeli dış borç stoğuna sahiptir. Grafik 1’den görüleceği gibi 2001-2002 yıllarında ortalama 16,4 milyar dolar civarında olan kısa vadeli toplam dış borç stoğu 2013-2014 yıllarında 135 milyar dolara yükselerek tarihi zirve yapmış bulunmaktadır. Son 3 yıllık dönemde ise kısa vadeli borç stoklarında önceki dönemlere kıyasla azalma gözlenmektedir. Son 16 yıllık dönemde kısa vadeli borçlar ortalama 8 kat artmış bulunmaktadır.
Bu çalışmanın amacı, Türkiye ekonomisinin 2001 yılından günümüze dış, diğer adıyla yabancı borç görünümünü incelemektir. Kısa vadeli borçlar, toplam borçlar, borçların döviz kompozisyonu, borçların sektörel kırılımı, toplam borçların GSYH’deki payı vs. göstergeleri üzerinden grafik ve tablolar eşliğinde Türkiye ekonomisinin genel bir değerlendirilmesi yapılacaktır. Literatür kısa vadeli borç stoğu detaylı bir şekilde incelendiğinde (Bakınız: Grafik 2) ise özel sektör payının kamuya kıyasla daha fazla olduğu göze çarpmaktadır. Özel sektör ile kamu arasındaki kısa vadeli dış borç makası 2014 yılında maksimum seviyeye ulaşmışken, 2014 yılından sonra ise özel sektör kısa vadeli borçlanmasının azalmaya, kamu kısa vadeli borçlanmanın ise artmaya başladığı gözlenmektedir. 2008 yılından sonra kamu kesiminin kısa vadeli dış borçlanmasının ciddi olarak artmaya başladığı bir evreye giril- diği görülmektedir. 2008 yılından 2018 Temmuz dönemine kadarki süreçte kamukesimi kısa vadeli dış borçlanması yaklaşık 8 kat artmıştır. Bu artışın hangi kategoride olduğu takip eden tablodan net bir şekilde izlenebilir. 2018 Temmuz ayı itibariyle özel kesimin 95,9 milyar dolar, kamunun ise 24,5 milyar dolar bir yıl içerisinde ödenmesi gereken dış borcu bulunmaktadır.
Kamu ve özel kesimin kısa vadeli dış borçlarının alt kırılımlarına bakıldığında ise (Bakınız: Tablo 1) kamu kesiminin neredeyse tüm kısa vadeli borçlarının kamu bankaları kaynaklı olduğu göze çarpmaktadır. Dönem dönem KiT’lerin (Kamu iktisadi Teşebbüs) dış borçlanması görülse de toplam içerisindeki payları oldukça düşük seviyelerdedir. Kamu borçlanmasının tamamen kamu bankaları üzerinden gerçekleşmesinin bir takım riskleri bulunmaktadır: Kamu bankalarının popülist veya siyasi maksatlarla kredi vermesi, piyasa şartlarının altındaki oranlarda kredi vermesi, inşaat ve altyapı yatırımları finansmanı için ekstra riskler alması vs. Dolayısıyla kısa vadeli dış borç yönetiminde kamu bankalarının etkinliği ülke açısından risk oluşturmaması yönünde kritik öneme sahiptir.
Özel kesim kısa vadeli dış borçlanmasında ise finansal kuruluşlar ve finansal olmayan kuruluşlar (şirketler, gerçek kişiler) arasında nispeten dengeli bir paylaşım söz konusudur. 2018 Temmuz ayı itibariyle özel kesimin kısa vadeli toplam 95,8 milyar dolarlık borcunun 43,9 milyar doları finansal kuruluşlara, 51,9 miyar dolar ise özel sektör ve gerçek kişilere aittir. Özel bankaların kamuya kıyasla daha bağımsız hareket etme ve piyasa şartlarına göre kredi oran ve kararları alabileceklerini düşündüğümüzde kısa vadeli dış borç konusunda şirketlerin bankalara göre daha riskli olduğunu söylemek mümkündür. Zaten borç ödemesi noktasında sıkıntı yaşayan şirketlerin yeniden kredi yapılandırma taleplerinde bulunması belirli bir riskin olduğunu ortaya koymaktadır. Kısa vadeli borçlanan şirketlerin birçoğu USD/TRY paritesindeki ani ve sert hareketlerden olumsuz etkilenerek yanlış eş- leşme veya ters yakalanma olarak adlandırılan pozisyona düşmüşlerdir. USD/TRY kur seviyesinin yüksek seviyelerde devam etmesi durumunda kısa vadeli borçlanan şirketlerin bilançoları daha da zayıflayabilir. Bu yüzden kısa vadeli dış borçlanmaya ters yakalanan firmalarla ilgili konkordato dışında özel düzenlemeler geliştirilmesi gerekli olabilir. Buna ilaveten, Türkiye ekonomisinin belirli bir durgunluğa girme ihtimali kura ters yakalanan firmalar açısından ekstra gelir kaybı oluşturarak bilançolarını daha da kötüleştirebilir.
Türkiye’nin kısa vadeli dış borç döviz kompozisyonu Tablo 2’de yer almaktadır. 2018 Temmuz sonu itibariyle toplam 120,5 milyar dolarlık bir yıl içerisinde ödememiz gereken dış borcun yaklaşık yarısı ABD Dolarıdır. Geri kalan kısa vadeli dış borcun 33 milyarlık kısmı Euro, geri kalan yaklaşık 20 milyar dolarlık kısmı ise isviçre Frangı, ingiliz Sterlini, Japon Yeni ve TL’den oluşmaktadır. Döviz kompozisyonunda ABD Doları ve Euro’nun ağırlığı son derece normaldir zira ülke ticaretinin ve yurt dışı kredi yükümlülüğünün çoğu Dolar ve Euro’dan oluşmaktadır. TL cinsinden kısa vadeli yurt dışı borçlanmalar toplam kısa vadeli borçlanmanın yaklaşık % 14’ünü oluşturmaktadır. Özellikle finansal olmayan kuruluşların TL cinsinden borçlanma kanallarını arttırmaları döviz kaynaklı risklerini azaltma açısından önem teşkil etmektedir. Kurdaki sert ve ani yükselişten sonra TL cinsinden dış borçlanmanın azalması beklenmektedir.
Türkiye’nin Toplam Dış Borcu
Türkiye’nin kısa ve uzun vadeli toplam dış borcu Grafik 3’ten de görüleceği gibi 2018 ilk çeyrek itibariyle 466,6 milyar ABD Dolarıdır. 2009 ve 2015 yılları hariç 2001 yılından günümüze Türkiye’nin toplam dış borcu bir önceki seneye göre sürekli artmıştır. Bu süreçte toplam dış borcumuz yaklaşık 4 kat artarken, dolar cinsinden GSYH ise yaklaşık 4,2 kat artmıştır. Başka bir ifadeyle, nominal olarak Türkiye ekonomisindeki toplam dış borcun ağırlığında son 17 yıldır ciddi bir değişiklik bulunmamaktadır. Ekonomi pastasının büyümesiyle orantılı olarak toplam dış borcumuz da büyümüştür.
Uzun vadeli projeksiyon içerisinde nominal olarak ekonomik büyüklük ile dış borçlanmanın hemen hemen aynı oranlarda artması birtakım yapısal sorunların varlığına işaret etmektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan dış finansmana açık ülkelerin özellikle uzun vadeli dış borçları çok daha etkin kullanarak ülke büyümesine ekstra katkı sağlayacak, başka bir ifadeyle katma değer yaratacak süreçleri geliştirmesi beklenmektedir. Diğer türlü dış finansman kısa vadede birtakım pozitif iktisadi gelişmelere (büyüme, istihdam, kredi genişlemesi vs.) sebep oluyor gibi gözükse de uzun vadede yapısal sorunların çözülememesinden ötürü önemli bir ekonomik risk kaynağı olabilir.
Toplam dış borç stoğuna detaylı bir şekilde bakıldığında (Grafik 4) bankacılık dışı sektörlerin bankacılık sektörüne kıyasla daha fazla borçlandığı görülmektedir. Ayrıca özellikle 2008 finansal krizine kadarki süreçte bankacılık dışı sektör ile bankacılık sektörü arasındaki dış borçlanma seviyesi farkının artarak ilerlediği görülmektedir. 2001 yılında bu iki sektör arasındaki borçlanma farkı yaklaşık 64 milyar dolar iken, 2008 yılında bu rakam 152 milyar dolara kadar yükselmiştir. Bu farkın oluşmasındaki temel sebep özel sektörün yurt içi piyasalara kıyasla yurt dışından daha düşük maliyetli kredi temin etmesinden kaynaklanmaktadır. 2008 krizi sonrası ise bu iki sektör arasındaki borçlanma farkı azalmaya başlamıştır. 2014 yılı sonunda bankacılık sektörüyle bankacılık dışı sektörler arasındaki dış borç farkı 53 milyar dolara kadar düşmüştür. 2018 ilk çeyrek itibariyle Türkiye’nin toplam dış borcunun 280 milyar dolarlık kısmı bankacılık dışı sektörlere aitken, 186 milyar dolarlık kısmı ise bankacılık sektörüne aittir.
Dış borçla ilgili diğer önemli gösterge kısa vadeli borçların toplam borçlar içerisindeki payıdır. Kısa vadeli borçların uzun vadeli borçlar içerisindeki payının artmasının birtakım ekonomik riskleri söz konusu olabilir. Bu riskler, borçların faiziyle birlikte geri ödemesinde yaşanabilecek sıkıntılar, ülke risk priminin artmasından kaynaklı uzun vadeli borçlanamama sorunu, özel sektörün finansal kaynak ihtiyacının artmasından ötürü kısa vadeli ödeme planlarını kabul etmek zorunda kalması, döviz kuru oynaklığının kısa vadeli borç ödemeleri üzerindeki olumsuz etkisi vs. şeklinde özetlenebilir. Grafik 5’te Türkiye’nin kısa vadeli dış borcunun toplam dış borç içerisindeki payını görmek mümkündür.
2001 yılında kısa vadeli borçların toplam borçlar içerisindeki payı % 14,4 (bu oran son 17 yıllık süreçte en düşük % 12,7 ile 2002 yılında gerçekleşmiştir) iken, 2018 ilk çeyreği itibariyle % 26’ya yükselmiştir. Bu oran şunu ifade etmektedir: Türkiye toplam dış borcunun ortalama 4’te birini 1 yıl içerisinde ödemelidir. Kısa vadeli borçların toplam dış borç içerisindeki payı ile döviz kuru eş zamanlı olarak artarsa bu durum özel sektörün dış borç ödemelerini zorlaştırabilir. Özellikle bankacılık dışı özel sektör döviz cinsinden kısa vadeli borçlanmasını TL operasyonlarıyla geri ödeme yolunu seçtiği için TL’deki değer kayıplarından daha fazla olumsuz etkilenmektedir. Bankacılık sektörü ise kur kaynaklı değer kayıplarına karşı çeşitli hedge yöntemleriyle kendi pozisyonunu koruyabilmektedir.
Türkiye’nin toplam dış borcunun GSYH’ye oranını gösteren Grafik 6’ya bakıldığında ise son 17 yıllık süreçte ekonomik pastanın büyümesiyle aynı orantıda dış borcumuzun arttığı görülecektir. 2001’den 2009’a düzenli olarak azalan bu oran, aynı düzen içerisinde 2009 yılından sonra artmaya başlamıştır. 2009 yılı eşik alındığında grafiğin sol tarafıyla sağ tarafı arasında net bir simetri olduğu bellidir. Kısa vadeli borçların GSYH’ye oranı ise aynı 17 yıllık dönemde % 8’den % 14’e yükselmiştir. Başka bir ifadeyle, Türkiye 2001 yılında yıllık ekonomik üretiminin % 8’ine denk gelen kısmı bir yıl içerisinde dış borç olarak geri ödemekteyken, 2017 yılında yıllık üretiminin % 14’üne denk gelen kısmını bir yıl içerisinde geri ödemesi gereken bir ülkeye dönüştü.
Dünyada Dış Borç
Ülkeler açısından dış borç tek başına risk teşkil etmez. Ülkenin ekonomik büyüklüğü, cari açık durumu, enerji ithalatçısı veya ihracatçısı olması, küresel ölçekte rekabetçi temel bir ürüne sahip olması, finansal piyasalarının derinliği, bankacılık sektörünün etkinliği vs. birçok faktör ülkelerin dış borcunun değerlendirilmesinde ve risk oluşturup oluşturmayacağı konusunda analizde kullanılmaktadır.
Küresel ölçekte en yüksek dış borcu olan ülke, Çin’dir (Bakınız: Tablo 3). Çin ekonomisinin toplam dış borcu 2016 yılı itibariyle 1 trilyon 430 milyar dolar seviyesindedir. Dünyanın en yüksek dış borcuna sahip ülkesi olmasına karşın, Çin’in toplam dış borcunun GSYH’ye oranı sadece % 13’tür. Türkiye toplam dış borç sıralamasında dünyada altıncı sıradadır. ilk 6 ülke arasında dış borcun GSYH’ye oranının en yüksek olduğu ülke ise Türkiye’dir. Rusya ise 525 milyar dolar ile dünyada en yüksek dış borcu olan 3. ülkedir. Rusya’nın toplam dış borcunun yıllık ekonomik büyüklüğüne oranı yaklaşık % 41’dir. Dış borç ve dış borcun GSYH’ye oranı açısından dünyada üst sıralarda bulunan Rusya, dünyanın en önemli enerji ihracatçısı ülkesidir. Rusya’nın özellikle doğalgaz ihracatından düzenli döviz geliri elde etmesi, dış borcun seviyesi ve geri ödemesi konularında herhangi bir risk oluşturmamaktadır.
Türkiye ise enerji ithalatçısı ve ödemeler dengesinde cari açık pozisyonunda olan bir ülkedir. ilk 6 sırada yer alan ülkelerin temel özelliği önemli enerji ihracatçısı olmalarıdır. Petrol, doğalgaz, kömür ve elektrik sektörlerinde dünyanın önemli ihracatçısı olan bu ülkelerle Türkiye’yi dış borcun geri ödemesi ve dış borca gereksinim açısından eş tutmamak gerekir. Dolayısıyla ilk 6 sıradaki ülkeler arasında dış borcun en fazla risk oluşturduğu ülke Türkiye’dir, tespitini yapmak doğru olacaktır.
Kısa Politika Tavsiyeleri
Gelişmekte olan ülkelerin dış borca bağımlılığı arttıkça dış borçların etkin bir şekilde kullanımı ve geri ödemesinin sağlıklı bir şekilde sağlanması için önemli çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Dış borçların yönetimi şeklinde özetlenecek bu çalışmalarda üç önemli noktaya değinilmektedir: dış borç istatistiklerinin sağlıklı ve şeffaf bir şekilde tutulması; ülkenin, kamu ve özel kesimin dış borcunu ödeyebilme gücünün sürekli belirli simülasyonlarla analiz edilmesi; dış borç yönetiminden ve makroekonomik istikrardan sorumlu kurumların etkin koordinasyonu.
Dış borcun ülke ekonomisi için problem olabileceği faktörler/temalar ise şu şekilde sıralanabilir: düşük verimlilik, ticaret açığı, yüksek faiz oranları, yerli paranın aşırı değerli tahmin edilmesi, yüksek işsizlik oranları, iç siyasi istikrarsızlık, yabancı yatırımcıların ülkeye olan güvenlerinin azalması, bütçe açığı, para ve sermaye transferlerinde yaşanan sorunlar, reel ve finansal sektördeki belirsizlikler, ekonomi yönetiminin stratejik hataları vs.
Yukarıdaki faktörlerin bir ülkede bir araya gelmesi dış borç krizinin yaşanacağı sinyali vermektedir. Dolayısıyla yüksek dış borç stoğu bulunan ülkelerin yukarıdaki temaları dikkate alarak politika geliştirmeleri borç yönetimi açısından kritik öneme sahip olacaktır.
2001 yılından günümüze Türkiye’nin dış borcunun nasıl bir seyir izlediğiyle ilgili yapılan bu çalışmada toplam dış borcun GSYH’ye oranının 2001 ila 2017 dönemleri arasında belirli iniş ve çıkışlar yaşasa da hemen hemen aynı oranlarda olduğu görülmektedir. Dolayısıyla toplam dış borcumuzun yıllık ekonomik üretim içerisindeki payı son 17 yıllık periyotta değişmemiştir. Buna karşın kısa vadeli dış borcun GSYH’deki payı aynı dönemde % 8’den % 14’e yükselmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin yıllık iktisadi gelirinden kısa vadeli borçlara ödediği pay yaklaşık % 75 artmıştır ki bu durum en önemli risk göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Toplam dış borç stoğu tek başına asla iktisadi bir sorun olmaz. Cari açık oranının artması, döviz kurundaki sert ve beklenmedik yukarı yönlü hareketler, dış borcun tüketim, inşaat ve katma değeri olmayan altyapı finansmanında kullanılması, toplam borçlar içerisinde kısa vadelilerin ağırlığının artması vs. gibi nedenlerle dış borç ekonomik bir sorun haline dönüşebilir. Dış borcun daha verimli, teknoloji ve ülkenin ihracat kapasitesini arttıracak şekilde kullanımının tavsiye edilmesi oldukça önemlidir.
Kamu ve özel kesim dış borçlarına bakıldığında özellikle kamu kesiminin neredeyse tüm borçlarının kamu bankalarına ait olduğu görülmektedir. Özel kesim de ise finansal ve finansal olmayan kuruluşlar arasında nispeten daha dengeli bir borç paylaşımı söz konusudur.
Kamu ve özel kesim bankacılık sektörüne kıyasla şirketler dış borç kaynaklı risklere çok daha fazla açıktırlar. Zira bankalar çeşitli hedge yöntemleriyle aktif ve pasiflerini korumayı başarabilirlerken, şirketlerin kur kaynaklı oynaklığa ters yakalanma ihtimalleri daha yüksektir. Bu nedenle, Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybının devam etmesi özel kesim şirketlerinin bilançosunda yıkıcı etkiler oluşturabilir. Zaten giderek artan konkordato başvuruları bu durumun bir sonucudur. Dünyada yüksek dış borcu olan ve Türkiye ile aynı kategoride yer alan yükselen ekonomilere baktığımızda bu ülkelerin ana enerji ihracatçısı olduğu görülmektedir. Ayrıca nominal GSYH seviyeleri Türkiye’den yüksektir. Petrol, doğalgaz, kömür ve elektrik sektörlerinde dünyanın önemli ihracatçısı olan bu ülkelerle Türkiye’yi dış borcun geri ödemesi ve dış borca gereksinim açısından eş tutmamak gerekir. Bu ülkelere kıyasla Türkiye dış borç kaynaklı risklere daha fazla açıktır. Özetlemek gerekirse, Türkiye ekonomisi 2001 yılından günümüze yapısal reformlar noktasında hedeflenen seviyelere gelememiştir. Yatırımlar için gerekli sermaye ve tasarrufların iç piyasadan temin edilememesi dış kaynak ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. Dışa bağımlı bir ekonomik büyüme senaryosunun uzun vadeli başarıya ulaşması ise ancak yapısal reformların gerçekleştirilmesine bağlıdır. Diğer türlü, kısa vadede birtakım ekonomik kazanımlar elde edilmiş gibi gözükse de, uzun vadede yapısal sorunlarla yüzleşmek kaçınılmaz olmaktadır.
Kaynak: Bilimevi İktisat Dergisi (4.Sayı)