İslam coğrafyasının bütün sinir uçlarıyla oynanıyor.
Kimlik kodları tahrip ediliyor.
Mizaçlar terörizme, bütünlükler parselasyona , siyasi yapılar savaşa zorlanıyor.
İslam toplumlarının demoğrafik yapısı da dönüşümlerden payını alıyor.Vatansızlık ve göç dayatılıyor. Müslümanlar arasında ustaca kurgulanmış bir savrulma, inanılmaz boyutlar kazanıyor.
Sovyet bloğunun 1990’da dağılmasından sonra Batı’lı çevrelerin meydanı düşmansız bırakmadığını, hemen bir “yeşil kuşak tehlikesi” söylemiyle İslam’ı ve Müslümanları küresel bir tehlikenin aktörü olarak devreye soktuğunu biliyoruz. Bu tehlikenin, ilk harcının Afgan savaşından kalan güçlerin oluşturduğu “El Kaide” üzerine bina edildiği de biliniyor.
ABD Dışişleri Bakanlarından Kissinger, 1990’lı yıllarda diyordu ki, “bundan sonra Müslüman- Hıristiyan savaşı yaşanmayacak. Müslümanlar kendi aralarında savaşacak”.
Hatta, 11 Eylül 2001 İkiz Kulelere yönelik terör olayı üzerine Başkan Bush “Haçlı Savaşının başladığını” söyleyince, Batı kamuoyundan şom ağızlılık yaptı diye büyük tepki almıştı. Çünkü Kissinger’ın dediği gibi, artık bir “İslam- Hıristiyan Savaşı” yaşanmayacaktı. “Müslümanlar kendi aralarında” savaşacağı için “haçlı Savaşı” söz konusu olamazdı ve gerek de yoktu. Nitekim Bush hatasını hemen düzeltti. Sözünün yanlış anlaşıldığını,“Haçlı savaşını kasdetmedi”ğini, “teröristlerle mücadeleyi kasdettiğini” inanmamızı istedi.
Batı, haçlı savaşından alacağı sonucu, Müslümanlar arasındaki çatışmayı kızıştırarak pekala alabileceğini görmüş olmalıdır. Çünkü, sonunda işi oraya getirdi. İslam toplumları, ama cephede, ama terör yoluyla kendi aralarında çatışır hale geldiler.
Müslümanlar arasındaki savaşın silah ve benzeri lojistik eksiklilerini, bedeli karşılığında sağlayan Batı, şimdi öngördüğü savaşın seyir keyfini yaşıyor. Müslümanları birbiriyle savaştırarak, vekalet savaşının nasıl yapılacağını da öğretmiş oluyor. Bu savaş yöntemiyle Batı, “elini kana bulamadan” organize ettiği iç çatışmalarla Müslümanlar için yeni bir düzen kuruyor !.. Haklarını yememek lazım, bu işleri onlar oldum olasıya hep iyi bildi ve hala en iyi bildiklerini başarıyla kanıtlıyorlar !
İslam ülkelerindeki yönetimlerin çoğunluğu ise, birbirinin boğazına sarılarak, kurulacak böyle bir düzenin gereğine inanmış bir ahmaklık sergiliyor. Kiminin ırk, kiminin mezhep aidiyetinden kaynaklanan idealizm ve kudsiyet duyguları çatışmaların iştah açıcı hamakat sosu olarak kullanılıyor.
Kutuplaşma ve çatışmanın geldiği son dramatik durak İran- Suud gerilimidir. İki taraf, her zaman yaptıkları gibi mezheplerini, siyasallaştırmanın aracı olarak kullanıyorlar. Irak ve Suriye’nin mezhep odaklı gerilimle ne hale düştüğü ortada iken, dünyanın en büyük petrol üreticisi bu iki ülke, çatışmayı organize edenlere en iyi servisi vermenin yarışı içindeler. Kazananın kendileri olmayacağı bile bile, İslam’da temeli ve yeri olmayan bir mezhep çatışmasını kendileri için meşruiyete tahvile çalışıyorlar.
“Mezhepler”, hayatı inanç temelinde daha kolay ve uygun yaşamayı mümkün kılan “yollar”dır. İtikadi ve ameli yönden Yaratıcı Kudretin amacını anlama ve anlamlandırmak için oluşturulmuş içtihat kaynaklarıdır. İslam’da mezhepler, hiçbir zaman yaygın ve kalıcı bir husumetin sebebi olmamıştır. Şia kaynaklı İran, Vehabbi kaynaklı Suudi yönetimleri, aralarındaki siyasi rekabetin meşruiyetini, dünden bugüne hep mezhep farklılığında aradılar ve hala arıyorlar. Zararlarını, hem kendileri, hem İslam dünyası görüyor, bu gidişle görmeye devam edecek. Her farklı görüş gibi mezhepler de, din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi altında olmalıdır.
Bediüzzaman’ın asırlık ifadesiyle mezhep farklılıklarını, “birbiri aleyhinde istimal ederek dehşetli darbeyi İslamiyet’e vurmaya çalışanlar meydanda geziyor.” Farklılıklar işletilerek İslam’a ve Müslümanlara darbe vurma çabaları bu kadar ayyuka çıkmışken, bu vesileyi kimseye vermeme basireti, artık gösterilebilmelidir. Müslümanların, silah tüccarlarını zengin edip sevindirmek borcu yoktur.
Kişisel ve toplumsal farklılıklar mezheplerin doğuş sebebidir. Toplumların irfanında “seviye bir olmadığından mezhepler taaddüt eder.” (çoğalır). Meşruiyetini toplum yapılarındaki maddi- manevi farklılıklardan alır. Mezhepler siyasi rekabetin, düşmanlık üreten, kutuplaştırıcı araçları değildir.